Dinozorlar da kanser oluyor muydu?

Kanser, çoğu zaman modern yaşamın bir sonucu olarak görülür. Hava kirliliği, radyasyon, stres, zararlı kimyasallar ve genetik yatkınlık gibi etkenlerle ilişkilendirilir. Ancak yakın zamanda yapılan bir keşif, bu ölümcül hastalığın kökenlerinin çok daha eskiye, hatta dinozorlar çağında yaşayan canlılara kadar uzanabileceğini gösteriyor.
Araştırmacılar, yaklaşık 70 milyon yıl öncesine ait fosilleşmiş bir dinozor iskeletinde küçük bir tümöre rastladı. Keşif, ilk bakışta sıradan gibi görünse de detaylı incelemeler, bu tümörün çevresinde kırmızı kan hücrelerine benzer yapıların bulunduğunu ortaya koydu. Bu da, dinozorların da bir zamanlar kansere benzer hastalıklarla mücadele ettiğine dair güçlü bir ipucu olabilir.
Ancak bu bulgu yalnızca dinozorların kansere yakalanabileceğini düşündürmekle kalmıyor. Aynı zamanda fosillerde, sanılandan çok daha fazla yumuşak doku kalıntısının korunmuş olabileceği ihtimalini de gündeme getiriyor. Araştırmacılar, mevcut teknolojiyle bile henüz tam anlamıyla değerlendirilmeyen bu örneklerin, çok daha fazla bilgi barındırabileceğine dikkat çekiyor.
Özellikle kemik dokularında bulunan proteinler, zamanla kalsifiye olarak korunabiliyor ve klasik DNA’ya kıyasla çok daha kararlı bir yapıya sahip olabiliyor. Bu da bilim insanlarına, milyonlarca yıl öncesine ait genetik bilgiye ulaşma imkânı sunuyor. Böylece, eski canlıların kansere karşı nasıl bir bağışıklık tepkisi geliştirdiği ya da bu hastalıkla nasıl başa çıktığı üzerine daha net çıkarımlar yapılabiliyor.
Daha da dikkat çekici olan ise, dinozorda tespit edilen tümör türünün, bugün halen insanlarda görülen bir tipe benzemesi. Bu benzerlik, kanserin yalnızca günümüz insanlarına özgü bir hastalık olmadığını, çok daha eski bir biyolojik geçmişe sahip olabileceğini düşündürüyor. Dinozorların bu hastalıkla nasıl başa çıktığı bilinmese de, modern tıbbın henüz ulaşamadığı bazı mekanizmalar hakkında ilham verici ipuçları taşıyor olabilir.
Elbette bu tür keşifler halen çok sınırlı. Fosillerde yumuşak dokunun korunması oldukça nadir bir durum. Hangi fosilde bu tür dokulara rastlanabileceğini önceden kestirmek ise neredeyse imkânsız. Ancak gelişen analiz teknikleri sayesinde, daha fazla fosilin detaylı biçimde incelenmesi mümkün hale geliyor.
Geçmişin bu sessiz tanıkları, yalnızca tarih öncesi canlıların yaşamını anlamak açısından değil; aynı zamanda günümüzde insanlığı tehdit eden hastalıkların kökenine inmeye çalışmak açısından da son derece değerli. Belki de dinozorların iskeletlerinde saklı kalan birkaç hücre, gelecekte kanserle mücadelede önemli bir dönüm noktası olabilir.